Left Click! Sol Tıkla!

Sevgili zamane,
Belki hiç hatırlatan olmadı sana, belki bilgisayar oyunlarının karmaşık menülerinde yer almadığı için hiç duymadın. Aç gözünü hele, sana “sıla-yı rahîm”i anlatmaya geldim.
Merak etme, zamanını almayacak bu sözcük. Seni öyle sözel sayısal telaşlara da koşturmayacak. Sözlüde yahut yazılıda sorulmayacak. Hayatını çoktan seçmeli tercihlerin kıvrımınlarına sıkıştıranların da unuttu(rdu)ğu “sıla-yı rahîm”, sana aradığın mutluluğu bulduracak. Üstelik öykü de anlatıyorum, bak: İki saka, yani sucu, yolda karşılaşırlar. Biri diğerine,“Kardeş, bana kırbandan bir tas su verir misin? Çok susadım” der. Öteki şaşırır; “Be şaşkın. Bende kırba varsa sende de kırba var. Neden kendi kırbandan doldurup kendi suyunu içmiyorsun?” Cevap dikkat çekicidir; “Haklısın kardeş, bende de su var sendeki gibi ama ben kendi suyumu içmekten bıktım.”
Hangi kalp su billûrluğunu bile pusta bırakan bu serin çağrıya duyarsız kalabilir ki?
Hangi vicdan, içinde biriktirdiği hasret pınarını dudağından dupduru döküveren bu dostu karşılıksız bırakır ki? Sorun su içmek değil; birinin elinden su içmektir aslında. Birinin elinden su içerken, dudağına sudan fazlası dokunur. Sevdiğinin elinde terleyen kadehi dudağına götürürken, damağına su yerine aşk dökülür; boğazında sevdanın en tatlısı düğümlenir, içine muhabbetin denizi taşar. Öyle değil mi? Rahmetle vuslat kurmak, merhamete dokunmak demek “sıla-yı rahîm”.
Merhamete dokunmanın yolu anababayı, akrabayı, yetimi öksüzü, yolda kalmışı, fakir fukarayı gözetmekten geçer. Çünkü, onları düşünür düşünmez, içinden bir parça kopar, benliÄŸinden bir tuÄŸla düşer, bencilliÄŸinin kabuÄŸu çatlar, kendinden bir ÅŸey eksilir gibi olur. Öyle vurdumduymaz, öyle sıcak ve yumuÅŸacık akıp gitmez hayatın. Onları dert edinmeyerek, kendinden uzakta tuttuÄŸun ÅŸey her ne ise, seni içindeki merhametten de uzak tutuyor olmalı… Yanına usulca sokulan bir dilenci, seni niye rahatsız eder ki? Sende olup senin de uyutup unuttuÄŸun merhameti hatırlatır sana. Seni sana çağırır dilenci. Kendi içinde susturduÄŸun merhametin sesini taşır kulaklarına.. Bir de ÅŸunu oku: Ä°kinci Dünya Savaşı sırasında, Ruslar ve Almanlar Stalingrad’da çarpışmaktadır. Mikhail Goldstein yılbaşı gecesi moral olsun diye Rus askerlerine tek kiÅŸilik bir keman konseri verir. Melodiler hopörler yoluyla Alman askerlerinin siperlerine kadar ulaşır, ateÅŸ birden kesilir. O acayip sessizliÄŸe, Goldstein’ın yayından akan müzik hükmeder. BitirdiÄŸinde, Rus askerleri üzerine derin bir sessizlik çöker. Büyüyü, Alman bölgesindeki höparlörden gelen bir ses bozar. Kırık dökük bir Rusçayla ÅŸunu rica eder Alman subayı: “Biraz daha Bach çalın. AteÅŸ açmayacağız!” William Craig’in Enemy at the Gates kitabından bu anektodu alıntılayan Slavoç Žižek, böylesi haller için “kırılgan temas” tabirini kullanıyor. (Bk. Kırılgan Temas, Slavoç Žižek, Metis Yayınları) Çok hoÅŸuma gitti bu tabir! “Hah, iÅŸte bu!” dedim… Müzikten az önce –ve ne yazık ki, müzikten hemen sonra da!-birbirlerine kurÅŸun yaÄŸdıran askerler o anda, dışlarında olup biten savaÅŸ halini kıran bir ÅŸeyi farketmiÅŸlerdi. İçlerinde kırılgan olan ÅŸeyle temaslarını saÄŸlayan bir deneyimdi bu. O kırılgan ÅŸey, elleri tetikteyken unuttukları merhametleri olmalarıydı. Sucunun bir baÅŸkasının elinden su içmek isterken peÅŸine düştüğü o tatlı serinlik gibi. Aramızdaki farklılıklara, hatta düşmanlıklara raÄŸmen, öteki ile aynı olan yanımızı arar buluruz böyle zamanlarda. Kırılgan merhametimizle temasımız baÅŸlar. İçinde kendin olmadığın, içine kalbini koyamadığın mekanlar arasında gidip gelirken, birden, ayak altında süründürdüğün, telaÅŸla paspasın altına sakladığın o yanını, kırılgan temas noktanı farkedersin. İçinde akıp duran ama bir türlü yıkanamadığın ÅŸefkat ırmağının kıyısında bulursun kendini. Åžaşırırsın! O kadar ÅŸaşırırsın ki, ÅŸaşırdığına ÅŸaşırırsın! Sanki içinde bir baÅŸkasının plağını (CD mi demeliydim?) çalıyorsun. Sana göre formatlanmamış, senin komutlarını tanımayan bir program konuluyor kalbinin hard-diskine. Sen, kazancını da, kaybını da, tuÅŸlar üzerinden kurgulanmış yönlendirmelere düğmelemiÅŸsin. Ekranda elektronlar oynuyor aslında, ne sen gol atıyorsun, ne de adam kurtarıyor ya da öldürüyorsun. Sana öyle görünüyor sadece… Joy-stick’le sen mi oynuyorsun, yoksa joy-stick seni mi oynatıyor?
Mutluluğunu kendinin dışında, kendine uzak noktalar üzerinden tanımlamanı isteyenlere söyleyeceğin bir şey olmalı sevgili zamane! Sahici olman için içindeki o kırılgan teması bulmanı umuyorum. Mouse’unu avucuna alır gibi avuçla şimdi kalbini.. Sol tıkla!

Senai Demirci

1 thought on “Left Click! Sol Tıkla!”

  1. Sahici olman için içindeki o kırılgan teması bulmanı umuyorum. Mouse’unu avucuna alır gibi avuçla şimdi kalbini.. Sol tıkla!
    Bu güzel ve anlamlı yazı için teÅŸekkürler.sıla-i rahim derin bir kodarda anlamlı bir kodarda tatlı bir husus.. acaba sofrasından misafir eksik etmeyen Hz. Ä°brehimin sıla-i rahmine karsı olan ÅŸefkat ve muhabbeti ne kadar çoktur, o kadar duygulu kalbe raÄŸmen rabbine olan ahdini(oÄŸlunu kurban etmek bile olsa) yerine getirmek.. daha fazla anlatılması güç muhteÅŸem ve tekdire layık bir durum, ne güzel ona ve ailesinede salat selam ediyoruz namazlarımızda…

Bir cevap yazın


*