Suriye’yle, Irak’la, Ä°ran’la Dost Olmamız Lazım

HAKKI SÖYLEMEK VAZİFEMİZDİR*

Şiî mezhebinin kolları vardır, çeşitleri vardır. Bunların insaflıları vardır, aşırıları vardır. Aşırılarına Gulât-ı Şia denir, “Şia’nın taşkınlık yapanları, aşırı gidenleri” mânasına geliyor. Onların içinden bazıları Şeyhayn’a küfrediyor. Şeyhayn; Ebû Bekir ve Ömer efendilerimiz -radıyallahu anhümâ- demektir. Onları kabul etmiyorlar, onlara ağır sözler söylüyorlar. Tabi sahabeye ağır söz söylemek yoktur. Hz. Âişe validemiz ile Hz. Ali Efendimiz arasında problem olmuş olabilir. Bizim onların ihtilaflarına girmemiz doğru olmaz. Mesela annemiz ve babamız kavga etse araya girip, birisini tutup öbürünü dövecek miyiz? Bazı şeylerde doğru olmaz. Kötü söz söylemek Peygamber Efendimiz’in hadîs-i şerîfine aykırı. “Asla kötü söz söylemeyin.” buyurduğu için doğru değildir.  

İran’da Humeyni’nin yönetime gelmesinden, yönetimi elde etmesinden sonra Sünnîlerle bir yakınlaşma çabası oldu. “Sünnilerle kardeşiz” diye kardeşlik haftası ilan ettiler. Ziyaretler, konuşmalar oldu. Doğrusu bizi de İran’a çağırdılar; Tahran’da, onların en lüks otelinde, 21 gün kaldık. Bizi muhafaza ettiler, muhtelif yerleri gezdirdiler. Alimlerinin oturduğu Kum şehrine gittik. Bomba tehlikesi altında C-130 uçaklarıyla cepheye gittik. Dezful şehrine kadar gittik. Muhtelif şehirleri gezdik. Baktık namazları kılıyorlar, sözleri iyi vesaire. Bir yakınlaşma oldu.

turkiye-suriye-irak-iran

Bu yakınlaşmayı teşvik etmek lazım; ihtilaf çıkarıcı şeyleri açmamak lazım. Yaraya tekrar tırnak atmamak lazım. Yırtığı büyütmemeye çalışmak lazım. Biz bunu yapıyoruz. Benim şahsen uygulamam, metodum bu. Müspet bir şeyi geliştirmek lazım. O bir el uzatmışsa biz de uzatmalıyız; mümkün olduğu kadar yakınlaşma sağlamalıyız. Namaz niyaz inkâr edilmiyorsa, haramlar işlenmiyorsa, güzel şeyler yapılıyorsa onları devam ettirmek lazım. Ama namaz kılınmıyorsa, haramlar işleniyorsa o zaman onu da söylememiz lazım. Çünkü biz Allah’a karşı sorumluyuz, Allah razı gelmez. “Kulu razı edeceğiz.” diye Allah’ı darıltamayız. Allah’ın gazabına uğrayacak şeyi “Kul memnun olsun.” diye de söyleyemeyiz. Hakkı söylemek vazifemizdir. 

Peygamber Efendimiz (sas):  زُلْ مَعَ الْحَقِّ حَيْثُ زَالَ 

Zül mea’l-hakkı haysu zâle.1  “Hak nereye giderse hakla beraber ol. Hakkın yanında ol. Hak nereye doğru hareket ederse, nerede pozisyon alırsa orada, onun yanında ol.” buyuruyor.

Biz hakkı tutarız. Bir de basiretle hareket ederiz; düşmanlıkları alevlendirmeyiz, yangına benzin dökmeyiz, söndürmeye çalışırız. Tarihî yaraları sarmaya çalışırız. İran bizim komşumuzdur. İçinde %40’dan fazla Türk vardır, Türk ırkından insan vardır. Sünnîler vardır. Aynı tarihi paylaşmışız. Büyük Selçuklu İmparatorluğu oraya da hakim olmuş, Anadolu’ya da hakim olmuş. Sonradan birtakım ihtilaflar çıkmış, bazı savaşlar olmuş, seferler olmuş; Otlukbeli harbi, Çaldıran harbi, vesaire. Tarihte onların sebepleri vardır. 

Tarihteki hadiseleri şu ana taşımamıza lüzum yoktur. 

Avustralyalılarla da harp etmişizdir. Anzakları Gelibolu’ya göndermişlerdir, bizim dedelerimizi, amcalarımızı öldürmüşlerdir. Şimdi devlet değişmiştir. Onlar da, biz de değişik bir pozisyon içinde bulunuyoruz. 

Dünya budur. 

Almanlar Paris’e hücum etmişlerdir, Fransa’yı yıkmışlardır, Manş denizine dayanmışlardır, ikinci cihan harbinde oraları istila etmişlerdir. Ondan sonra yenilmişlerdir. Şehirleri yakılmış yıkılmıştır, yağmur gibi bomba atılmıştır. Şimdi Avrupa Devletleri Topluluğu olarak iş birliği yapıyorlar. 

Neden? 

Akıl, mantık onu gerektiriyor. 

Akıl, mantık, ilim, irfan, iz’an, din, iman, Allah’ın rızası, Peygamber Efendimiz’in tavsiyesi neyse, biz de onu yapmaya çalışmalıyız. 

İran’la mutlaka dost olmalıyız. Yunanistan’la, Bulgaristan’la, Fransa’yla, Almanya’yla dostluk düşünürken İran’la dostluğu düşünmemek çok yanlış olur. Çünkü ötekilerin dini bize daha uzak. Bunun mezhep farkı bile olsa hiç olmazsa müslümandır; ezanı var, namazı var, ehvendir, mutlaka dost olmalıyız. 

“Suriye’yle, Irak’la, İran’la dost olmamız lazım.” diye düşünüyorum.

 [1]  İbn Hıbbân, Sahîh, XIII, 197, r. 5882; Hâkim, el-Müstedrek, IV, 176, r. 7276; Ebû Ya’lâ, Müsned, III, 137, r. 1568; Ali el-Muttakî, Kenzu’l-ummâl, XV, 915, r. 43578.

* Prof. Dr. M. Es’ad CoÅŸan - http://mecmerkezi.org/Makale/64/makale.aspx

———————————

Ayrıca bkz: http://www.akradyo.net/4522445392,60860,6,SAGDUYULU-ITTIFAK-CAGRISI.aspx
Konuyla ilgili muhtelif makaleler: http://www.medyaokuryazar.com/tehlikenin-farkinda-misiniz

Bir cevap yazın


*